Yaşadığımız bu yeryüzüne dünya diyorlar. İçinde bulunduğumuz mekâna şehir. İsimler takılıyor, cisimler yerleştiriliyor, bunların üzerinde bir hayat ikame ediliyor. Tüm bunlar bir anlam ifade ediyor ya da etmeli. Eğer biz bir insansak, yaşadığımız hayatın ya da kurduğumuz çevrenin anlamlı olması gerekir. Hayat, anlamak, anlamlandırmak ve anlam yüklemek üzerine süregelen bir süreçtir.
Bu anlam dünyasının temel iki taşı; dünya ve şehir ya da cihan ve yurt. Bunları anlamlı kılmak için ne yapabiliriz, ya da anlamlı olup olmadığını nasıl kavrayabiliriz? Bu dinamik kavramların üzerine kısa bir bakış, ufak bir düşünce sunabilir mi?
Yaşadığın şehrin siluetine, mimarisine bak; işte o zaman o şehrin ideolojisini kavrayabilirsin. Şehrin idarecilerine, toplumsal örgütlenmelerine bakarak da şehrin psikolojisini anlamak mümkün olur. Bu bağlamda Kocaeli özelinde mutlu muyuz, huzurlu muyuz, kaygılı mı − bunlar sizlerin takdirine bırakılmıştır. Sorguların sonuçları olumluysa medeniyet doğar, ilim yaşar, refah artar; suç azalır, birlik çoğalır. Aleyhte sonuçlar ise tam tersi bir tablo çıkarır; iyi kalma mücadelesi içinde olanlar ya kaçar ya mücadele eder ya da savaşa yönelir.
Bizler, özleri, gözleri, izleri, yüreği ve tüm hayat gerçekleri Kocaeli’de açan bir topluluk olarak Müstakim Şehir Derneği’nde bu meşru savaşa katıldık. “Müstakim olmak” dünyaya ve şehre dair her şeyin istikamet üzere olmasıdır; bu bizim temel meselemiz ve görevinimizdir.
Bir şehirde toplumsal dinamizm dört temel unsurla var olur: siyaset, ticaret, cemiyet ve cemaat. Şehrin siyaseti, yerel güç yoksa genel siyaset halka yabancılaşır; her alan kötü addedilir. Şehrin ticareti için yerlilik, istikrar ve güven yoksa sınıfsal çatışmalar büyür, suç meşrulaşır. Şehrin cemiyetinde özgürlük ve özgünlük yoksa sivillik ve irade kontrol mekanizması zayıflar. Şehrin cemaatlerinde tevhid ve vahdet yoksa ahlaksızlık, dinin kimliğinin itibar kaybı ve inançsızlık gibi salgınlar doğar.
Bu bağlamda dünya ve şehir bize neyi ifade etmelidir ki bir anlam oluşsun? Unutmayalım ki dünyanın dili şehirdir; şehrin kimliği insandır. Dilsiz ve kimliksiz varlık, anlam bulamaz. Dünya, insan-ı kamilliğin ve şehrin sırat-ı müstakimliğinin adresidir; bu adresleri doğru zamanda ve doğru yerde bulup değerlendirmek ise bizi erdemlere kavuşturur. Şehir, insanın varlık evidir; dünya ise insanın varlık keşfidir. Şehri ıslah etmekle dünyaya anlam katılır. Şehirde var olur, dünyada keşfe vakıf olunuruz.
Bu süreçte mihraklarımızı sorgulayalım: bizler daha çok ıslahatçı mı, maslahatçı mı, yoksa başka bir kimlik mi taşıyoruz? Şehrimiz ve dünyamız nasıl şekilleniyor, hangi sorumlulukları üstleniyoruz? Şehrin yüzakı olan insanı ve dünyanın yüzakı olan insanı, onların siyasetlerini, ticaretlerini, cemiyetlerini ve cemaatlerini birlikte ele alırsak, o zaman kaderin tılsımını çözecek olanı bulabiliriz.
Şehirlerin ruhlarında dünyanın yolu saklıdır; şehri ve dünyanın kaderini anlamak için hâlâ vakitte, hâlâ farkındalıkla ilerlemek gerekir. Şehirlerin tarihi, dünyanın kaderini belirler; Rabbimizin buyurduğu üzere, bir toplum kendi içindeki değişimi gerçekleştirmedikçe Allah da onların kaderini değiştirmez (Rad-11). İnsan, şehri imar eder; şehir, dünyayı ihya eder. İnsan, şehrin özüdür; şehir de dünyanın özüdür. Şehirle dünyaya anlam katmak, medeniyeti inşa etmekle başlar; şehirle dünyayı ıslah etmek, bu sürecin temel hedefidir.
“Müstakim şehir nedir?” diye sorarsak, bu sorunun yanıtı budur: İşte Müstakim Şehir budur. Önce Müstakim Şehir olarak istikametli bir dünya inşa edelim; mutlu olup olmadığımıza sonra bakarız. Rahmetli üstad Turgut Cansever’in hatırında ise şöyle der: “Şehir imar ederken nesli ihya etmeyi ihmal ederseniz, ihmal ettiğiniz nesil imar ettiğiniz şehri tahrip eder.” ANLAMAK LAZIM!

